Duyurular
PEYGAMBERLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİ (SIFATLARI) NELERDİR

PEYGAMBERLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİ (SIFATLARI) NELERDİR

PEYGAMBERLERİN TEMEL ÖZELLİKLERİ (SIFATLARI) NELERDİR
Derleyen
Cemal Yıldız-Trabzon 

Allahu Teâlâ’nın kullarına emir ve yasaklarını bildirmek ve onlara hakkı, doğruyu ve yanlışı açıklamak üzere seçip görevlendirdiği  peygamberlerin diğer insanlardan ayıran, kendilerine ait ortak bazı sıfât ve özellikleri vardır. 

Kur’ân’ın pek çok ayetinde, onların Allah tarafından övüldüğüne şahit oluruz. Onlar, Allah’ın gözetimi altında, en güzel özelliklere sahip, akıl ve ahlâk yönüyle seçkin ve emanete karşı son derece saygılı kimselerdir.

Allah’ın kendilerini bu kutsal göreve seçmeden önceki yaşayışları da diğer insanlarınkinden farklıdır. Hırsızlık, yalancılık, dolandırıcılık, putlara tapma, ahlâk dışı ilişkiler ve benzeri şeylerden uzak kalmışlardır. Eğer ahlâkî yönden düşüklük sayılan bir şeyi peygamberlikten önceki hayatlarında yapmış olsalardı, peygamber olduktan sonra, insanları onlardan sakındırmaları güç olurdu. Sözleri muhataplarına tesir etmezdi. Peygamberlere ait bu özellikleri, kısaca şöyle özetleyebiliriz:

1. SIDK- DOĞRULUK

Doğru düşünce, doğru söz, doğru davranış mânâlarına gelen sıdk ve doğruluk, peygamberliğin mihveridir. Peygamberlik, doğruluk yörüngesi üzerinde hareket eder. Peygamberin ağzından çıkan her şey tasdik edalıdır. Çünkü onlar, hilâf-ı vaki hiç­bir beyanda bulunmazlar.

Peygamberlerin hayatı hilâf-ı vâki her şeye kapalı, doğruluk üzerine kurulmuştur. Duygu, düşünce, söz ve davranışlarında doğruluk onların tabiatının bir parçasıdır.

Kur’ân-ı Kerim bazı peygam¬ber¬lerin büyüklüğünü anlatırken, bize onların bu vasıflarından söz eder: “Kitab’ta İbrahim’i de an. O dosdoğru (sıddîk) bir nebiydi.”(Meryem sûresi, 19/41) Yani sen o büyük peygamber olan İbrahim’i (aleyhisselâm) Levh-i Mahfuz’da veya onun sabit hakikati ve istinsahı olan Kur’ân’da hatırla ki, o, özü sözü, davranışları, düşüncesi dosdoğru bir nebiydi.  

Kitab’ta İsmail’i de an, O sözünde dosdoğruydu.. resûl ve nebiydi.” (Meryem sûresi, 19/54)  

“Kitab’ta İdris’i de an. O dosdoğru bir nebiydi. Onu yüksek makamlara yücelttik.” (Meryem sûresi, 19/56-57)

Hz. Yusuf’a (aleyhisselâm) hapishane arkadaşının hitabını Kur’ân naklederken, yine aynı vasıftan bahsetmektedir: “Ey özü sözü doğru Yusuf!” (Yusuf sûresi, 12/46)

Onlar nasıl doğrulukla mücehhez olmaz ki, Allah (celle celâluhu) sıradan insanların dahi doğru olmalarını istiyor ve Kur’ân’da doğru olanları tebcil ediyor:  “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe sûresi, 9/119)  “Gerçek mü’minler, ancak Allah ve Resûlü’ne iman eden, ondan asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak onlardır.” (Hucurât sûresi, 49/15)

Peygamberlik müessesesi için doğruluk, çok önemli bir noktayı teşkil etmektedir. Hiçbir peygamber için, yalan, hainlik, haksız bir şekilde başkalarının mallarını yeme ve bunun gibi doğruluğu, dürüstlüğü ihlal edecek davranışların ortaya çıkması mümkün değildir. Bu tür kötü özellikler, normal insanlar için dahi hoş karşılanmazken Allah’a yakın olan ve insanlara birtakım şeyleri kabul ettirme konumunda olan peygamberler için asla düşünülemez. Şayet böyle bir şey onlardan meydana gelecek olsaydı onların, Allah’tan naklettikleri şeyler mevzuunda da hiçbir güvenirlikleri kalmazdı.

2. EMANET

Peygamberlere ait ikinci sıfat, emanet sıfatıdır. Bu kelime Arapça olup, iman ile aynı kökten gelir. “Mü’min” inanan ve emniyet telkin eden insan demektir. Peygamberler, mü’min olarak zirve insan oldukları gibi, emin olma, emniyet telkin etmede de en baştadırlar. Vahiy konusunda güvenilir olup Allah’ın emir ve yasaklarını kullara aktarma noktasında, herhangi bir fazlalık, eksiklik, tahrif ve değişiklik yapmaları söz konusu değildir. Onlar, bu görevlerini yürütürken hiçbir şeyden korkup çekinmeden, vazifelerini yerine getirmeye çalışırlar.

Kur’ân-ı Kerim, onların bu sıfatlarına birçok âyette işaret eder. Şimdi bunlardan birkaçını arz edelim:

Nuh kavmi de peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” (Şuarâ sûresi, 26/105-108)

Nuh, kavmine şöyle diyor: Hâlâ ittika edip sakınmayacak mısınız? Ben emniyet telkin eden, emanet sıfatı olan, hıyanete tenezzül etmeyen bir elçiyim. İşte bu âyette bir peygamberin dilinden, peygamberliğe ait bu “emanet” sıfatı dile getirilmektedir.       Keza:

Âd kavmi de peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Hud onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.” (Şuarâ sûresi, 26/123-125) ve:

Semûd (kavmi) de peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Salih onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.” (Şuarâ sûresi, 26/141-143) Keza:

Lut kavmi de, peygamberlerini yalancılıkla itham etti. Hani kardeşleri Lut, onlara şöyle demişti: (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız? Bilin ki, ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim.” (Şuarâ sûresi, 26/160-162)

Konuyla alâkalı âyetleri çoğaltmak mümkündür. Bu arada işârî mânâsıyla emniyet ve emaneti anlatan daha birçok âyet vardır ki, biz, bir fikir vermek için zikrettiklerimizle yetinmek istiyoruz.

“Mü’min”, Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinden biri olduğu gibi, aynı zamanda O’na inananların da en önemli isimlerindendir. Allah’a (celle celâluhu) niçin “Mü’min” denir? Çünkü O, güven kaynağıdır. Bize güveni veren de O’dur. Bize, damla damla veya şelâleler hâlinde güven hep O’ndan gelir. Peygamberleri güvenli kılan ve onları emniyet sıfatıyla serfiraz eden de yine O’dur. Öyle ise, emniyet, güven, emanet ve iman dediğimiz mesele, bizi peygamberlere ve önemli bir ölçüde peygamberleri de Allah’a bağlar. Nihayet topyekün bu bağlılık bizi Hâlık-mahluk münasebetine götürür. Bütün bu mânâlar, emanet kelimesinin iştikakında mevcut olan mânâlardır ve zaten mevzuun bir önemli yönü de, bu münasebeti kavramaktır.

3. TEBLİĞ

Peygamberlerin üçüncü sıfatı tebliğdir. Tebliğ, her peygamberin varlık gayesidir. Tebliğ olmasaydı, peygamberlerin gönderilişi de mânâsız ve abes olurdu. Allah (celle celâluhu) insanlara olan lütuf ve keremini, peygamberlerle canlandırmış ve onların hayatlarıyla rahmâniyet ve rahîmiyetini tecellî ettirmiştir. Bunun diğer insanlara aksetmesi ise, ancak tebliğ ile olacaktır.

Netice olarak peygamberler kendilerine ne vahyolunduysa eksiltme ve fazlalaştırma yoluna gitmeden, olduğu gibi tebliğ etmekle yükümlüdürler. Tebliğ faaliyetinde sadece Allah Teâlâ’dan korkup başkalarının isteklerine uymamak, tamamen Allah’a güvenmek durumundadırlar. Tebliğ edilen mesajı açıklamak ve insanların kolayca anlamasına yardımcı olmak da tebliğ faaliyetinin bir başka yönünü teşkil etmektedir.

4. FETANET

Peygamberlerin ortak bir yönü de onların fetanet özelliğine sahip olmalarıdır. Fetanet, akılla aklı aşma demektir. Ona, peygamber mantığı da diyebiliriz. Bu mantık; ruh, kalb, his ve letâifi bir araya getirip, mütalâa edilecek şeyi öyle mütalâa etmenin adıdır. Fetanet, asla kuru bir akıl ve mantık değildir. Onun içindir ki, İslâm’ı böyle bir akıl ve mantığa izafe edip, “İslâm akıl dinidir.”, “İslâm mantık dinidir.” gibi laflar etmek, İslâm’ı bilmemenin de ötesinde büyük bir tahrife ilk adım sayılır. Hayır, İslâm, ne akıl ne de mantık dini değildir; o, doğrudan doğruya bir vahiy dinidir.

İslâmî meselelerin akıl ile, mantık ile mütenakız düşmemesi, bir yönüyle onun “İlm-i Muhit”ten gelip her meselesini akla da tasdik ettirmesinin, diğer yönden de, onu semavîliğe uygun yorumlayan peygamber mantığının şümul ve ihatasındandır. Yani peygamber ilhamı ve peygamber mantığıdır, başka değil… O mantık ki, vahyi telakkî edebilecek bir çapta yaratılmıştır. Ve yine o mantık ki, hisse, muhakemeye, kalbe, letâife ve hikemiyât mânâsına felsefeye de açıktır. O, mantık üstü bir mantıktır veya tek kelime ile “Fetanet-i A’zam”dır. Cenâb-ı Hak’tan gelen her vahyin evvelâ bu mantıkta aksetmesi bir zaruret ve ihtiyaçtır. Ancak bu ihtiyaç, insanlara yönelik bir ihtiyaçtır. Çünkü, vahiy evvel emirde böyle bir mantığa uğrayıp orada regüle edilmese veya alternatif akımın doğru akıma çevrilmesi gibi bir çeviriye tâbi tutulmadan gelip insanlara ulaşsaydı, beşeriyet, o akdes ve mukaddes feyizden meşîet i âmme ile gelen vahiy ve ilhamlar karşısında cayır cayır yanardı. Evet, vahyin yakıcı şahaplarına atmosferlik yapan, peygamberlerin fetanetidir. Zaten din dediğimiz de budur. İlâhî tenezzülât, beşerin idraki seviyesine indirilmiştir. Bunu da yapan, peygamberlere ait mantık, yani fetanettir. Onun içindir ki, fetanet, her peygamberde bulunması gereken bir sıfattır ve sadece peygamber olanda bulunan bir mantıktır ki, bu mantığı “deha” kelimesiyle ifade etmek de doğru değildir. Yani peygamberin mantığı, bütün mantıkların üstündedir ve ona da fetanet denir.

Eğer peygamberlerde fetanet olmasaydı, düşmanların itirazlarına, dostların da sorularına maruz kalan bu insanların karşılarına çıkan bunca meseleyi izah ve tefsir etmeleri nasıl mümkün olacaktı ki? Böyle bir imkânsızlık da hiç şüphesiz, dinin anlaşılmaması gibi bir neticeyi doğuracaktı. Bu takdirde ise, dinin tekliflerinin bir mânâsı kalmayacak, dinin teklifleri kalmayınca da, insanın yaratılması abes olacaktı. İşte bütün bu menfî neticelerin olmaması, peygamberlerin harikulâde bir mantıkla donatılmalarına bağlıdır. Evet, peygamberler, bütün müşkilleri gayet rahatlıkla çözen bir fetanetle serfiraz kılınmışlardır.

5. İSMET

Peygamberlerin sıfatlarından birisi de, onların masum ve günahsız olmalarıdır. Buna biz, “ismet” diyoruz. İsmet, lugatte “menetme, engelleme veya himayeye alınmış, korunmuş” mânâlarına gelir. Istılahta ise ismet, peygamberlerin küçük-büyük bütün günahlardan –Cenâb-ı Hakk’ın inayetiyle– korunmuş olmaları demektir. Yani Allah (celle celâluhu), peygamber olarak göndereceği kuluna asla günah işleme fırsatı vermez.. ve O, peygamberlerine günah işletmez. Bazı peygamberlere isnat edilen sürçme ve hatalar ise, evvela günah değildir; ikinci olarak da onların bu sürçmeleri, peygamberliklerinden evvel vukû bulmuştur. Her iki durumda da peygamber, peygamber olarak masumdur.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.

Free WordPress Themes - Download High-quality Templates