Duyurular
ÜMMETİN EMİNİ” EBU UBEYDE BİN CERRAH (R.A)

ÜMMETİN EMİNİ” EBU UBEYDE BİN CERRAH (R.A)

YILDIZLARIN REHBERLİĞİNDE

“ÜMMETİN EMİNİ” EBU UBEYDE BİN CERRAH (R.A)

 Saadettin PARLAK

 

                Dünyada iken Cennet müjdesi almış, Ebu Bekir (r.a) ‘ın davetleriyle islamla şereflenmiş, Mekke Devrinin ilk Müslümanlarından, Efendimiz  (s.a.v)’in hususi iltifatlarına nail olmuş bahtiyar sahabilerden biridir.

                Abdullah ibni Amr (r.a) O’nu bize şöylece tanıtmaktadır:

                “ Kureyş’ten üç kişi vardır ki, onlar bu ümmetin en önde gelenlerinden, ahlakı en güzel, hayâ duygusu en fazla olanlarındandır. Konuşunca sana asla yalan söylemezler ve sen konuşurken asla açığını aramazlar. Bunlar: Ebu Bekir Es-Sıddık, Osman bin Affan ve Ebu Ubeyde bin Cerrah’tır.

                Bütün bu iltifatların ötesinde Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a)’ı unutulmaz kılan bir hadise daha vardır ki; o da akıllara durgunluk veren Bedir Muharebesidir.

                Savaş bütün hızıyla devam ediyordu. Kendilerine çok güvenen müşrikler, beklemedikleri bir mukavemetle karşılaşmışlar, bir avuç İslam mücahidi savaş meydanında aslan kesilmişlerdi. Ahiretlerini dünyalarından çok seven, iman nurunu yaşatmak için, her şeylerini ortaya koyan bu aslanlardan biri de Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a) Hazretleriydi.

                Ölümü unutmuş, korkusuz bir cengâver edasındaydı. Ele avuca sığmıyor, adeta meydan kendisine dar geliyordu. Savaş meydanının her yerinde o vardı sanki. Ebu Ubeyde’yi her gören müşrik, onunla karşılaşmamak için köşe bucak gizleniyordu. Fakat müşriklerden öyle birisi vardı ki; devamlı onu takip ediyor, ara ara karşısına çıkarak onunla vuruşmak istiyordu. Ebu Ubeyde (r.a) ise her defasında usta manevralar yaparak, bu müşrikten kurtuluyor, onunla vuruşmamaya çalışıyordu.

                 Bu kovalama bir müddet daha bu minval üzere devam etti. Ve nihayet Ebu Ubeyde (r.a) sıyrılamayacağı bir yerde, aynı müşrikle karşı karşıya geldi. Ebu Ubeyde, arkadaşlarından ve cihattan kopmanın eşiğine gelmişti. Ya bu müşrikle çarpışacak, ya da cihattan ayrı düşecekti. O ana kadar hasmından uzak durmaya çalışan Ebu Ubeyde  (r.a) yerinden ok gibi fırladı, Hasmına öyle bir darbe indirdi ki; hasmı karşı koymaya bile fırsat bulamadı.

                Hadiseyi başından beri takip eden sahabiler: “Ya Eba Ubeyd! Madem onu bu kadar kolay yenebilecektin ne diye ona bu kadar fırsat verdin” diye sual ettiler. Ebu Ubeyd (r.a): “ O benim babamdı. Belki şirkten vaz geçer diye ona fırsat verdim. Ama ne zaman ki cihadımla arama girdi, işte o zaman davamı, dinimi, peygamberimi tercih ederek engeli ortadan kaldırdım.” Cevabını verdi.                

                Vermiş olduğu imtihan gerçekten de çok büyük bir imtihandı. Ama O, savurduğu kılıç darbesiyle yalnızca babasını öldürmekle kalmamış, babasının şahsında şirki, dalaleti, sapıklığı, azgınlığı, hak yolun önüne set çeken batıl zihniyetini de yere sermişti.

                İşte bu ağır imtihanı veren Ebu Ubeyde bin Cerrah (r.a)  şu ayet-i kerime ile taltif olunarak, ila yevm’il kıyame cümle müminler için unutulmaz bir numûne olmuştur.

                “ Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun, Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini asla göremezsin. Bunlar kendi babaları, çocukları, kardeşleri akrabaları bile olsa.” (Mücadele Suresi 22)

 

ABDULLAH İBN-İ ÖMER (R.A)

                Hz. Ömer (r.a) Efendimizin oğlu, Hafsa (r.anha) Validemizin kardeşidir. Küçük yaşta İslam ile şereflenen, Efendimiz (s.a.v)’in etrafında pervane misali dönüp duran, sünnet-i seniyyeyi en iyi bilen ve eksiksiz yaşama hassasiyeti ile tanınan sahabilerdendir.

                Şimdi onun gönlünde çağlayan, namütenahi muhabbet deryasından birkaç katre zikrederek, o manevi atmosferi, terennüm etmeye gayret edelim.

                Efendimiz (s.a.v), Bedir savaşı öncesi ordusunu teftiş ediyorlar; yaşı küçük, zayıf ve çelimsiz olanları, Medine savunması için geriye bırakıyorlardı. Teftiş tam bitmekteydi ki Efendimiz (s.a.v), saflar arasında devamlı kendisini gizleyen, kendisine görünmemek için çabalayan Abdullah ibn-i Ömer’i fark etti. “Ya Abdallah! Nedir bu hal?” Diye sual buyurduklarında; Abdullah ibn-i Ömer (r.a): “ Ya Rasulallah! Yaşım küçük olduğu için geri çevrilmek, sizsiz Medine’de size hasret günler geçirmek istemiyorum. Ne olur bana da cihat için izni veriniz.” Diye yalvarmaya başladı. Öylesine içten yalvararak izin istiyordu ki onun bu halini gören ashab-ı kiram gözyaşlarını tutamamışlardı.

                İşte bu cümlelerle, gönlündeki namütenahi muhabbeti dile getiren, on bir yaşındaki Abdullah ibn-i Ömer (r.a), yaşı küçük olduğu gerekçesiyle hem Bedir Savaşına hem de daha sonraki Uhut Muharebesine katılamamış; fakat Bedir ve Uhut mücahitleri yâd edilirken, adeta mücahitlerden biriymişçesine, ismi daima zikredilegelmiştir.

                Abdullah ibn-i Ömer (r.a)’ı unutulmaz kılan bir diğer vasfı ise; sünnet-i seniyyeyi eksiksiz yaşama hassasiyetiydi.

                Efendimize öylesine büyük bir muhabbetle bağlanmış, O’nun sünnetine öylesine gönül vermişti ki; yürürken bile adımlarını Efendimiz (s.a.v)’in bastıkları yerlere basar hale gelmişti. O’nun  (s.a.v) ardınca yürür, O’nun (s.a.v) durduğu yerde durur, O’nun (s.a.v) baktığı yere bakar, nefeslerini bile O’nunla beraber alıp vermeye gayret gösterirdi.

                 Bir defasında Efendimiz (s.av): “ Ya Abdallah! Şu ağacın altında biraz serinleyelim.” Buyurdu diye; o günden sonra her hafta, aynı gün ve aynı saatte o ağacın altında dinlenmeyi kendisine bir vecibe kabul etmişlerdi. Efendimiz (s.a.v)’in yol üzerindeki iki fidanı okşayıp nazladığını görünce, “ Bu fidanlar, Rasulullah’ın iltifatına mazhar olmuş bahtiyar fidanlardır. O halde bana düşen bunlara en iyi şekilde hizmet etmektir.” Diyerek emr-i hakk vaki oluncaya kadar onlara hizmet etmeye devam etmiştir.

                Efendimiz (s.a.v)’in vefatından sonra altmış sene daha berhayat olan Abdullah ibn-i Ömer (r.a); Habibi, Efendisi (s.a.v)’e kavuşacağı günün heyecan ve özlemiyle bu çileli dünya hayatına sabretmiş; arkasında unutulmaz yüzlerce menkıbe, binlerce hadis-i şerif ve sayısız hikmetler bırakarak dâr-ı beka’ya irtihal etmişlerdir.  

                Şimdi de onun mana dolu şu sözlerine kulak verelim;

                “ Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uyumadan geceyi ibadetle geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda infak etsem ve bu hal üzere ölsem; fakat gönlümde Allah’a itaat edenlere karşı bir sevgi, isyan edenlere karşı da bir nefret duygusu taşımazsam, bütün bu yaptıklarımdan fayda görmem.”

                “Namaz kılmaktan yay gibi, oruç tutmaktan çivi gibi olsanız da haram ve şüpheli şeylerden sakınmazsanız; Cenâb-ı Hakk o ibadetlerinize değer vermez.”

                Cenâb-ı Hakk şefaatlerine nail eylesin. Radıyallahu anhu ve erzâhu

Not bu yazı Reyhan Dergisinden alıntıdır.

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Required fields are marked *

*

Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.

Free WordPress Themes - Download High-quality Templates