Ali Değermenci Yazdı
İslam Ülkeleri Liderleri Trump’ın Gazze Planına Hangi Mantıkla Destek Verdiler?
ABD Başkanı Trump’ın hazırladığı Gazze planının nasıl bir mahiyet taşıdığını ve hangi vehametlerle dolu olduğunu bundan evvelki iki yazımızda izah etmiş idik. Bu yazımızda İslam ülkelerinin liderlerinin bu plana destek vermesinin ne gibi mahzur ve yanlışlar taşıdığını izaha çalışacağız.
I- İslam Ülkelerinin Liderlerinin Trump Planına Verdiği Destek Ne Anlama Geliyor?
Şu soruyu sorarak başlayalım:
İslam ülkelerinin liderleri İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD Başkanı Trump’ın Gazze planını tasdik etmeye ve desteklemeye mecbur muydu?
Elbette ki zahiren böyle bir mecburiyetleri yoktu.
Peki, öyleyse hangi mantıkla ve hangi faydayı temine yönelik olarak bu plana destek verdiler? Bu meseleyi irdelemek, İslam dünyasının geleceği adına büyük önem taşımaktadır.
1- Her şeyden evvel Trump’ın İsrail’le olan dostluğu, birinci ve ikinci başkanlık dönemlerinde İsrail’e verdiği siyasi, ekonomik, askerî ve kültürel desteğin boyutları herkes tarafından bilinmektedir. İslam ülkelerinin liderleri, bu plana sadece “mimarının Trump olması noktasından baktıklarında bile” temkinli yaklaşmalıydılar. Trump’ın, İsrail’in menfaatlerini koruma adına Gazze’yi geri dönüşü olmayan bir faciaya sürüklemekte bir an bile tereddüt etmeyeceğini göz önünde bulundurmalıydılar. Nitekim iki yıldan beri devam eden bu savaşta, daha doğrusu savaş görünümündeki soykırımda, tarih boyunca bir benzeri görülmemiş acılar yaşadıkları halde, Gazze’nin yiğitleri direnişten bir an olsun geri adım atmamış, İsrail ordusu dünya kamuoyundan gizlemeye çalışsa da büyük zayiatla karşı karşıya kalmıştır. Böyle bir çaresizlik içinde, İsrail kendi hazırladığı planı Trump hazırlamış gibi bir izlenim vererek, Hamas’ı ve Hamas’ın şahsında Gazze’yi, kâğıt üstünde bitime yolunu tercih etmiştir. Böyle olduğu gayet açık ve net ortadadır.
Yirmi maddelik söz konusu plandaki sadece şu iki hususu tekrar okuyucularımızın dikkatine sunmayı bir görev biliyoruz.
Bir: Hamas devreden çıkacak, silahlarını teslim edecek.
İki: Gazze halkı (1 ve 18. maddelerin uygulanması sadedinde) dinlerarası diyalogla kültürel asimilasyona, kimliksizleştirmeye tâbi tutulacak.
Manevi açıdan bu suretle bitirilmek istenen Gazze’nin, maddi / fizikî yapısı da mandacı bir idareye, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in başkanlığındaki bir yönetime devredilecek.
Sadece bu yönleriyle bile bu plan Gazze’nin idam fermanı demektir.
Esir takası, yardımların Gazze’ye girmesine izin verilmesi vs. bunlar kamuoyunun gözünü boyamaya yönelik stratejik hamlelerdir. Bir caninin, canına kastettiği kişinin, ölmeden evvel rahat birkaç nefes almasına müsaade etmesi gibi bir şeydir. Trump planı tam anlamıyla devreye konduğunda, bunlar birkaç günlük rüya gibi geride kalacaktır.
İşte İslam ülkelerinin liderleri, Gazze’nin sonunu hazırlayacak böyle bir plana evet diyerek Trump’ın ve tabiatıyla da İsrail’in hedeflerine katkıda bulunmuş oldular.
Şimdi aynı soruyu bir kere daha soralım:
Bu liderler Gazze’yi yutmaya yönelik bu plana evet demek zorunda mıydılar? Değillerse neden destek verdiler? Bu sorunun üzerinde uzun uzun düşünülmesi gerekir.
2- Öte yandan, hile ve entrikalarla dolu bu planın, İslam ülkelerinin liderlerine gösterildikten sonra birtakım değişikliklere tâbi tutulduğu da ifade edilmektedir. Pakistan Dışişleri Bakanı İshak Dar, bu durumu açıkça seslendirmiştir; önceki yazılarımızda ilgili haberi paylaşmıştık. Ne var ki skandal denilerek ifşa edilmesi gereken bu hadise de sessizce geçiştirilmiş oldu.
Müslüman, basiret ve feraset sahibi insandır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) beyanına göre “Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz.” Bu hadis-i şerifin muhatabı olan Müslüman liderler, neden bu facia karşısında gereken itinayı göstermediler?
Şüphesiz ki bu haliyle Trump planına evet diyenler, tarih ve ümmet nezdinde ve elbette mahkeme-i kübrada bunun hesabını vereceklerdir. Onların desteği Trump planına meşruiyet kazandırmış, İsrail’in emellerine hizmet etmiştir. Bunun vebali çok ağırdır.
Şöyle denebilir:
“Belki de bu liderler, Gazze’de akan kanın durması, Gazzelilerin rahat bir nefes almaları ve bölgeye kalıcı bir barışın gelmesi için böyle bir ateşkesin, bir başlangıç noktası olabileceğini düşünmüşlerdir.”
O zaman biz de şunu sorarız:
Sırf birkaç günlük veya haftalık geçici bir ateşkes olabilir diye, yüz bini çoktan aşan şehitlerin kemiklerini sızlatırcasına, Gazze’nin idam fermanı demek olan maddelere evet demek hangi mantıkla bağdaşır? Müslüman liderler manzaranın bütününü dikkate alarak hareket etmeliydiler, ama bu yapılmamıştır.
3- İslam dünyası nüfus, tabii kaynaklar ve askerî teçhizat yönünden devasa bir güce sahip oldukları halde, nasıl oluyor da bir vilayet büyüklüğündeki İsrail bütün dünyaya meydan okurken İslam ülkeleri pasif, sessiz ve hareketsiz kalabiliyorlar?
57 İslam ülkesi toplamdaki iki milyar nüfusuna nispetle, yüzde bir oranında düzenli asker çıkarsa, bu yirmi milyonluk bir ordu yapar. Belki de dünyanın en büyük gücü olur. Peki o zaman Müslümanlar neden organize olup kendi kardeşlerine sahip çıkmıyor, onları gayrimüslimlerin insafına, daha doğrusu insafsızlık ve gaddarlığına terk ediyorlar?
4- İtikâdî ölçülerimiz ve tarihî tecrübelerimiz, batılı çevrelere güvenmememizi, onların hile ve entrika dolu telkinlerine kapılmamamızı, onlarla olan ilişkilerimizde mutlaka dost düşman ölçülerimizi işletmemizi mecburi kılmaktadır. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyruluyor:
“Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler… Şâyet onlar sizi ele geçirirlerse, size düşman olurlar, size ellerini ve dillerini kötülükle uzatırlar ve inkâr etmenizi arzu ederler.” (Mümtehine: 1,2)
Bu ilahi ikaz, tam da Gazze’nin mevcut durumuna mutabık düşmektedir. Eğer İsrail ve müttefiki ABD bu planı uygulamaya koyarsa, Hamas devre dışı kalıp silahsızlandırılacağı için savunmasız bırakılan Gazze halkına her türlü kötülük yapılacaktır. Yakın geçmişteki Bosna faciası ve halen devam eden Doğu Türkistan, Myanmar / Arakan faciaları da bu bağlamda acı birer örnektir. Müslüman topluluklar asla ehl-i küfre güvenerek savunmasız bırakılamaz.
İslam ülkeleri acaba bu ölçüyü gerçek manada işletebilmişler midir?
Bin dört yüz yıllık İslam tarihinin bin iki yüz yılına damgasını vurmuş Müslüman Türk milletinin ve onu temsil eden siyasi iradenin durumunu, gelin ayrı bir başlık altında değerlendirelim:
II- Türkiye’nin Trump Planına Destek Vermesi ve Garantörlük Meselesi
Evet; öyle veya böyle hâlâ İslam ülkelerinin “ağabeyi” konumunda bulunan Türkiye’nin ve Türkiye’yi temsilen Sayın Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan’ın ortaya koyduğu tavır müstakil olarak tahlil edilmelidir.
Manzara şöyle:
Trump planına dair dünya genelinde müspet bir intiba var ve bu başarının elde edilmesinde en büyük katkıyı Türkiye’nin ve Sayın Erdoğan’ın yaptığı konuşuluyor.
Hatta Erdoğan da bizzat kendisi “Anlaşmada en büyük katkıyı biz verdik ve bunun için ABD’de büyük gayret sarf ettik.” demiştir. Keza “anlaşmada mutabık kalınan hususların harfiyen uygulanması gerektiğini de” ifade etmiştir.
Doğrusu şu hususu anlayamadık:
Bildiğimiz kadarıyla yirmi maddelik Trump planına dair görüşmeler bundan sonraki süreçte başlayacaktır. O halde “üzerinde mutabık kalınan hususlar” nelerdir, bu söz tam olarak açıklık ve netlik kazanmamıştır.
Yine Erdoğan’ın “İsrail eğer tekrar soykırıma dönerse bunun bedeli çok ağır olur.” dediğini de biliyoruz.
Ama bütün dünya şahittir ki İsrail daha ateşkesin ilk gününde Gazze’yi vurmuştur. Şehit ve yaralılar olmuştur. Yani imzaladığı ateşkese sadık kalmamıştır, katliama devam etmektedir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi eğer Trump planı harfiyen uygulanacak olursa, Hamas devre dışı kalacak, silahlar toplanacak, Müslüman halk kültürel asimilasyona uğratılıp kimliğinden uzaklaştırılacak ve Gazze Tony Blair gibi siyonizme hizmeti pek büyük olan bir İngiliz’e manda mahiyetli bir idare olarak teslim edilecektir.
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda da, söylenen sözlerle mevcut durum arasındaki fark bir izah gerektirmektedir.
Keza “Gazze Gazzelilerindir; adil ve hakkaniyet üzere bir barış yapılmalıdır.” diyen ve sık sık 1967 öncesi sınırlara vurgu yapan da Erdoğan’ın bizzat kendisidir.
Ve neredeyse bütün batı kamuoyu tarafından terörist kabul edildiği bir dönemde “Hamas bir terör örgütü değildir. Onlar vatanını savunan direnişçilerdir.” sözü de ona aittir.
Hal böyleyken şimdi nasıl olur da Hamas’ı yok sayan, silahları toplatan, dahası Gazze’de güvenliği ve idareyi İsrail’in müttefikleri olan Trump’a ve işbirlikçisi İngilizlere teslim etmeyi hedefleyen bir plana evet denilebilir?
Bu plan konusunda Erdoğan’ın kapalı kalan görüşleri netleşmelidir. Belki de plandaki maddeler üzerinde görüşmeler yapılması sürecinde ortaya çıkacaktır.
Ama biz şunu kesin ifade ediyoruz ki; Trump planında öngörülen idarenin Gazze’yi nereye götüreceği ortadadır. Böyle bir manda idaresini ne Hamas ne Kassam Tugayları ne de Gazze’nin mağdur ve mazlum halkı asla kabul etmez.
Ama Gazze için şöyle bir ara çözüm olabilir:
Trump’ın planında hak ve adalet çizgisine yaklaşma maksadıyla bir güncelleme yapılabilir. Mesela Hamas’ın, Filistin ve İslam ülkeleri tarafından teşekkül ettirilecek bir yönetime ara çözüm olarak da olsa evet diyeceği kuvvetle muhtemeldir. Tabii ki İsrail’e rağmen bu mümkün olursa…
Öyle arzu ve temenni ediyoruz ki, Erdoğan bu plana evet derken ve katkı yaparken bunu, yani görüşmeler sırasında adalet ve hakkaniyete yaklaştırılacak bir ara çözümü düşünmüş ve hesap etmiş olsun.
Nitekim Hamas da, iki yıllık savaşın sonunda gelinen bu zor dönemeçte kendince fedakârlık yapmak suretiyle, silahlarını Müslümanlardan oluşan bir yönetime bırakabileceğini ima etmiş bulunmaktadır.
Evet, Trump planında böyle köklü bir değişikliğin yapılması arzumuz ve temennimizdir. Aksi halde olduğu gibi tatbik edilirse bu planın Gazze’nin sonu olacağına dair görüşümüzü aynen tekrarlarız.
Bu noktada Sayın Erdoğan’a şunu da hatırlatmak isteriz:
Trump’ın sizi kendisine dost ilan etmesi, size güvendiğini söylemesi ve bu doğrultuda düzdüğü bütün methiyeler, tamamen kendi menfaati gereğidir ki bu zaten sizin de malumunuz olsa gerektir. Fakat siz de, onun bu söylemini -o her ne niyetle böyle bir yol izliyor olursa olsun- Gazze halkının huzuru, menfaati ve davası için kullanabilirsiniz.
Okuyucularımız hatırlayacaklardır; Trump’ın iktidara geldiği ilk günlerde yazdığımız üç dört makalede, Erdoğan’ın Trump’ın kendisi hakkında sarf ettiği dostluk ifadelerini mutlaka Gazze lehine kullanması gerektiğini ve bu meyanda İslam dünyasının Trump’a -mümkünse Türkiye önderliğinde- bir çözüm planı, bir yol haritası sunması gerektiğini belirtmiştik.
Ne yazık ki bu yapılmamıştır. O halde şimdi hiç değilse Trump’ın planının Gazze’nin lehine olacak şekilde güncellenmesi hususunda gereken gayret sarf edilmelidir. Çünkü Gazze’nin durumu çok vahimdir; ne yapılacaksa şimdi yapılmalıdır.
Şaka değil; iki milyonluk ümmetin canı ciğeri olan Kudüs ve Mescid-i Aksâ’nın bekçileri konumunda bir millet tarihe gömülmek isteniyor. O sebeple aslında Gazze’nin savunması demek, Mescid-i Aksâ’nın, bütün İslam dünyasının ve hususiyle artık bizzat kendi sınırları tehdit edilir hale gelmiş olan Türkiye’nin savunması demektir.
Bu hususta her Müslüman başını iki elinin arasına alarak bu felaket nasıl önlenir diye kafasını çatlatırcasına bir çözüm yolu düşünmelidir.
Bizim Sayın Erdoğan’a dair yorum ve irdelemelerimiz işte tam da böyle bir gayretin tezahürüdür. Asla siyasi maksatlı değildir.
Biz Gazze adına “Ölü rahmet bulsun da, nasıl bulursa bulsun.” mantığı içindeyiz. Bizi yanlış anlayan veya yorumlarımızı farklı yönlere çekmek isteyenlere bunu peşinen söyleyelim.
Evet; gelinen bu son noktada yapılabilecek ve yapılması gereken şey, Trump planı adı altında ortaya konan bu maddi manevi işgal ve imha planının mahiyetinin değiştirilerek, anlaşma sürecinin Gazze, Filistin, Ortadoğu, bütün İslam âlemi ve elbette Türkiye’nin lehine çevrilmesidir. Beklentimiz budur.
Bu meyanda bir hususa daha dikkat çekmek isteriz:
Bu plandan önce Türkiye kendisinin ve bölgenin güvenliğinin tehlikeye düşmesi sebebiyle ve aynı zamanda insanlık değerleri adına Gazze’ye ve Mescid-i Aksâ’ya sahip çıkma endişesiyle hareket ediyordu. Bunu biliyoruz.
Şimdi umarız, şer görünen bu durum hayra tebdil olur. Çünkü neticede Türkiye Trump planıyla Gazze üzerinde garantörlük gibi bir görev üstlenerek söz sahibi bir konuma gelmiştir. Kim ne derse desin, bu büyük bir kazanımdır. Bu çerçevede Türk askerinin Gazze’de barış gücü içinde yer alması da bir kazanımdır. Bunun böyle olduğunu İsrail’in gösterdiği büyük tepkiden de anlıyoruz.
İlk gününden beri ihlal edilerek gelmiş, pamuk ipliğine bağlı bir ateşkesin kalıcı hale gelmesi için, Türkiye Trump’la olan diyaloğunu iyi kullanmalıdır. İsrail’in soykırıma kaldığı yerden devam etmemesi için azami gayret gösterilmelidir.
Buna paralel olarak, Gazzeli kardeşlerimize insani yardım ulaştırmada da Türkiye öncü olmalıdır. Bugünlerde arka arkaya giden gemilerin haberini duydukça gönlümüz ferahlamaktadır. Hatta bu konuda ülke çapında kampanyalar tertip edilmelidir. Ama ne hazindir ki İsrail yardım girişlerini kapatmak suretiyle açlığı bir soykırım silahı olarak kullanmaya devam etmektedir.
Tam da bu noktada, İsrail’in ateşkesi ihlal etmesi durumunda, ki çoktan etmiştir ve etmektedir, garantörlerden olan Türkiye, Mısır ve Katar’ın nasıl bir ortak tavır takınacağı şimdiden planlamalı ve açıklanmalıdır. Bu çok önemli bir husustur. “İsrail eğer tekrar soykırıma dönerse bunun bedeli çok ağır olur.” sözünü Erdoğan’a bir kere daha hatırlatırız. Yani Türkiye asla susmamalı, geri çekilmemeli, Trump’ın sık sık tekrarladığı sözde dostluk ifadelerini de kullanmak suretiyle Gazze lehine aktif bir tavır ortaya koymalıdır.
Türkiye’nin bu meyanda hazırlayacağı böyle bir plana direkt ya da dolaylı yoldan Pakistan, Endonezya, Ürdün, Libya, Suriye ve Irak da destek vermelidir. Hatta Gazze’ye yönelik bu destek 57 İslam ülkesinin ve tabii ki Türk devletlerinin katılacağı bir plana da dönüştürülebilir. Bütün bunlar denenmelidir. Çünkü sonun başlangıcına gelen Gazze ya imha olunacak ya da Türkiye önderliğindeki bir güçle, İslami bir ittifakla himayeye alınacaktır, başka bir yol gözükmemektedir.
Garantörlük yoluyla bölgede sahaya çıkması, belki de Türkiye’nin Ortadoğu merkezli yeni bir süper güç haline gelmesinin yolunu açacak; dünya dengelerinin yeni bir barış düzeni kurmak istikametinde şekillenmesine sebep olacaktır. Bu durum Sayın Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür.” sözünün de karşılık bulması manasına gelecektir.
Sonuç
Gazze yeni dünya düzeninin şekillenmesinde çekirdek rolü oynayacak; Gazze’nin kimliğini koruması Ortadoğu İslam birliğinin korunmasına sebep teşkil edecektir. Gazze’nin yıkımı ve imhası ise müteselsilen Ortadoğu ve İslam dünyasının yıkımı ve hezimeti olacaktır.
Bu süreçte kilit rol Türkiye’dedir. Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanı, ya tarihî bir fırsata veya felakete dönüşecek böyle bıçak sırtı bir durumla karşı karşıyadır.
Allah başta Gazze olmak üzere Filistin’e, Ortadoğu’ya ve bütün İslam dünyasına barış ve huzur; bunun ön şartı olarak da birlik, beraberlik ve kardeşlik nasip eylesin.
Gelecek yazımızda İslam dünyasının bütün bu yaşananlar muvacehecesinde kalıcı olarak ne yapması gerektiğini anlatmaya çalışacağız.




