Ağustos ayının son haftasında İstanbul’da bir toplantı gerçekleşti.
Dünya Müslüman Âlimler Birliği ve Türkiye’deki İslam Âlimleri Vakfı işbirliğiyle, 50 ülkeden 150 İslam âliminin katıldığı “İslami ve İnsani Bir Sorumluluk: Gazze” adlı bir konferans yapıldı.
Program 22 Ağustos’ta Eyüp Sultan’da kılınan Cuma namazıyla başladı. “Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nda” düzenlenen çalıştaylarla devam etti ve 29 Ağustos’ta Ayasofya’da kılınan cuma namazı ile son buldu. Bitiminde bir de sonuç bildirgesi okundu.
Bu yazımızda o sonuç bildirgesini de dikkate alarak konuya dair bir değerlendirme yapacağız:
I- Konferanstan Beklenen Cihad Mesajı Çıktı mı?
Baştan söyleyelim: İki milyarlık İslam âleminin izzet ve şerefini temsil eden böyle bir toplantıdan en önemli beklentimiz, açık ve net bir cihad çağrısı idi. Ama cihada sonuç bildirgesinde sadece şu cümleyle atıfta bulunuldu:
“…Ümmetin Allah yolunda cihadın tüm şekilleriyle seferber edilmesinin gerekli olduğunu görüyoruz.”
Bazı kardeşlerimiz “İyi ya, cihaddan bahsedilmiş işte” diye düşünebilir. Evet, bahsedilmiş. Ama cihaddan bahsetmek başka şey, cihad mükellefiyetini açık ve net ortaya koymak başka şeydir. Cihad mükellefiyeti; cihadın Kuran ve Sünnet’e ve edille-i şeriyyeye göre ifade ettiği hükmü ilan etmek, bu çerçevede yapılması gerekenlere vurgu yapmak, cihadın terk edilmesinin vebalini açık açık bildirmek demektir. Ne acıdır ki bildiride yer alan cümlede böyle bir bağlayıcılık ve meselenin ehemmiyetini vurgulayan bir mahiyet yoktur.
13 maddelik sonuç bildirgesini inceledim. Farz, vacip, haram ifadeleri sıklıkla kullanıldığı halde cihaddan bahsedilirken cihadın “farz”, terkinin “haram” olduğu da aynı netlikle ortaya konabilirdi. Ama konmamış, tercih edilmemiş. Onun yerine “gerekli” kelimesi tercih edilmiş. Hâlbuki gereklilik sübjektiflik / şahsî bir tercih gibi bir mana ifade eder. Farz ise her Müslüman için bağlayıcıdır. Dolayısıyla sadece bu zaaf sebebiyle bile bu toplantılar dizisinden beklenen netice hâsıl olmamıştır.
Burada şuna da dikkatinizi çekmek isterim:
Ali Muhyiddin el-Karadaği başkanlığındaki Dünya Müslüman Âlimler Birliği Fetva Komitesi, Nisan ayında yayınladığı bir fetva ile silahlı cihadın farz olduğunu ilan etmiş ve ümmeti korumak ve saldırganları püskürtmek için acil olarak bir “İslami askerî ittifak” kurulması gerektiği vurgulamıştı.
Peki, şimdi ne oldu da, bu fetva yerine getirilmediği için daha da gürleşmesi gereken bu ses, tam tersine cılızlaşıyor ve “farz”ı “gerekliliğe” tebdil edebiliyor?
Doğrusu bu, yöneticilerinde aradığını bulamayan ve bütün ümidini âlimlerin çağrısına bağlayan İslam ümmeti için büyük bir hayal kırıklığı olmuştur.
Kaldı ki Nisandaki cihad çağrısı da çok geç kalmış bir çağrı idi.
Zira Gazze’yle ilgili cihad farzıyeti 7 Ekim 2023’te başlamıştı. Peki, bu büyük mükellefiyetin iki yıl tehir edilmesi veya ciddiye alınmaması makul karşılanabilir mi? Türkiye’de yapılan bu son toplantıda ise bu farzıyet de ifade edilmemiştir. Bu, İslami ruhu ve mükellefiyeti aktarma adına bir züldür. Bunun altını önemle çizmek isteriz.
Gazze olaylarının başladığı 7 Ekimden beri ne değişti ki, bu gecikmeler ve çelişkili beyanlar makul karşılanabilsin?
Ayet ve hadisler, şeri hükümler, fıkhi kurallar, (haşa) değişmediğine göre, âlimlerdeki bu ağız değişikliği hangi sebebe istinat etmektedir?
Yoksa Gazze’de zulmün şiddeti mi azalmıştır? Tam tersi o şiddet daha da çoğaltmıştır. Bütün dünyanın gözü önünde bir soykırım yaşanmaktadır. Durum bu iken, cihad konusunda çelişkili ve zaaf ifade eden beyanlar asla makul karşılanamaz. Ve İslami ruhu aksettirmez.
Peki, bu çelişkili durumun sebebi nedir acaba?
İnsanın aklına ister istemez şunlar geliyor:
Her şeyden önce bu toplantının yapıldığı mekânın adına bakalım:
“Demokrasi ve Özgürlükler Adası”
Bilindiği üzere demokrasi, hem felsefi anlamda hem de siyasi rejim anlamında batı kaynaklı bir kavramdır. İslam âlimlerinin toplanıp Gazze hakkında kararlar aldıkları mekânın adının “Demokrasi Adası” olması, insanda “Bu bir tesadüf olmasa gerektir” hissi uyandırmakta ve hadiseye Müslümanca bakış yerine, bu hususta bile batılı dünya görüşünün ön plana çıkarılmaya çalışıldığı izlenimini vermektedir. Zira batı zihniyetinin ve onun İslam âlemindeki uzantılarının İslam’daki cihadı terör gibi görüp göstermeye çalıştığı bilinmektedir. Buna göre konferansın sonuç bildirgesinde cihad konusunda şeri şerifin hükmünün açık ve net vurgulanmayışının reel politik endişelerden ve konjonktüre uygun hareket etme gayretinden kaynaklandığı tahmin edilmektedir.
İşte Türkiye’de toplanan bu 150 âlim, İslam’ın zulme ve zalime bakışını seslendirmeleri, yani zulmü önlemenin ancak zalimin kolunu bükmek veya kırmakla mümkün olabileceği mesajını vermeleri gerekirken, toplandıkları mekân üzerinden zımnen demokrasi mesajı vermiş olmaktadırlar. Hâlbuki İslam âlimleri, ancak İslam’ın gereği olan ve İslami kaynakların öngördüğü zaruri mesajları vermekle mükelleftirler.
II- Uluslararası Kurum ve Kuruluşlara Çağrı Acziyeti ve Zilleti
Sonuç bildirgesinde uluslararası topluma, resmi ve hukuki kurum ve teşkilatlara ve bu çerçevede Papalığa, Gazze’de yürütülen soykırım savaşına karşı insani, ahlaki bir duruş sergilemeleri yönünde açık bir çağrı yapılmaktadır. Bu açık bir vehamettir.
Zira fıtratın sesini dinleyen halk tabakaları bir tarafta tutulursa, batı dediğimiz dünyayı teşkil eden Hıristiyan ülkeler, devlet yöneticileri bazında işin en başından beri hep İsrail’in yanında yer almışlar; onu siyasi, askeri ve ekonomik manada açıktan desteklemişlerdir. Hal böyleyken zalimin destekçisi konumundaki güç ve yapılardan medet ummak, bunlara zulme dur demeleri için çağrı yapmak “İslam âlimleri” kimliği adına zilletin ta kendisi değil midir?
Dahası bu çağrıda Papa’ya da hitap edilmekte, ondan da yardım istenmektedir. Heyhat!
Bu durum İslam âlemindeki gerçek ilim erbabını ve sağduyu sahibi vicdanlı ve imanlı fertleri sukutu hayale uğratmıştır. Çünkü bu, İslam karşıtı dünyanın İslam dünyasıyla alay etmelerine ortam hazırlayabilecek bir acziyettir.
Soruyoruz: 50 ülkeden toplanan 150 âlimin hiçbirinin aklına, bu Siyonist zalimleri durdurmanın tek yolunun güç kullanmak olduğu gelmedi mi acaba?
8 gün süren bu konferansta belki de bu tavrı ortaya koyan katılımcılar olmuştur, bilmiyoruz. Ama olsa bile bu tavır sonuç bildirgesine yansımamıştır.
Uluslararası toplumu göreve çağırmak, iki yıldır tekrarlanan, ama netice vermeyen bir teranedir. Gazze faciasının sadece edebiyatını yapmakla iktifa edildiğini gösteren bir delildir, boş bir avunmadır.
Gazze için toplanan bu âlimlere soralım: Eğer bu görev uluslararası topluma ait ise o zaman sizi bir araya toplayan amil ve sebep nedir? Bu soru cevap beklemektedir.
Bu kadar çok sayıda âlimden Gazze felaketini önlemeye yönelik müşahhas, ayakları yere basan bir çözüm teklifinin gelmemiş olması, son derece acı ve düşündürücüdür. Ve İslam dünyasının hali pür melalinin bir göstergesidir.
III- Toplantıdan Çıkan Müspet İki Yaklaşım
Bütün bu tenkitlerimize rağmen, insaflı ve vicdanlı davranarak bu konferanstan çıkan iki teklifin önemli olduğunun da altını çizmek isteriz.
Bunlardan biri, İslam ülkeleri diye anılan ülkelerin İsrail’le tüm diplomatik ilişkilerini kesmesidir. Geç kalmış olsa da, bu teklif yerinde ve isabetlidir. Ama bu tekliften beklenen neticenin hâsıl olamayacağı da bir gerçektir. Zira bu toplantı, İslam dünyasında kurulu elli küsur devletin siyasi desteğine sahip değildir.
İkinci önemli teklif de, Arap ülkelerinden petrol, doğalgaz vs. gibi ekonomik konularda İsrail ve destekçilerine tam bir ambargo istenmesidir. Bu da çok yerinde bir taleptir. Tatbik edilebilirse, zulmü tam engelleyemese de en azından zalimin destek kanallarını tıkayabilecektir. Ama ne yazık ki bunun da tatbik imkânının olmadığı görülmektedir. Zira adı İslam’la anılan ülkelerin idari kadroları büyük oranda batı menfaatlerine ve İsrail destekçilerinin emellerine hizmet edecek şekilde dizayn edilmiş durumdadır.
IV- Konferansta Vurgulanan Diğer Bazı Hususlar
Sonuç Bildirgesinde başka neler var, bir bakalım:
Dünyaya ses duyurmak: Heyhat! Gazze meselesini duymayan mı kalmış? Ne acıdır ki gayrimüslimlerin vicdanlı olanları bile İsrail’e tepki göstermede Müslüman toplumlardan önüne geçmiş vaziyettedir.
O halde dünyaya ses duyurmaya çalışmak, zulmün önlenmesi noktasında netice vermeyecek bir avunmadır.
Konferansın adında geçen “İslami ve İnsani Bir Sorumluluk” ifadesi de aynı şekilde beyhude ifadelerdir.
İslami görevini yerine getirmeyenlerin, başka insanlardan insani görev beklemesi en azından samimiyetsizlik olur. Gazze bütün dünyanın gözü önünde hızla yok oluşa sürüklenmektedir. Bu şartlar altında fiilî yardım dışında hiçbir şey sadra şifa olmayacak, çözüm hâsıl etmeyecektir.
Toplantıda zekât ve sadakaların Gazze’ye yönlendirilmesi, Gazze için vakıf kurmak ve gelirini oraya aktarmak gibi konular da gündem edilmiştir. Bunlar da felaketi durdurabilecek tedbirler değildir. Çünkü zekât ve sadakalar oraya gittiğinde, onu kullanacak neredeyse Gazzeli tek bir Müslüman kalmamak üzeredir. Öte yandan yardımların Gazzeye girişinin engellendiği de bilinmektedir.
Tüm bu gerçekler göstermektedir ki, İslam âlimlerinin büyük kemiyetle bir araya geldiği böyle bir toplantıda, Gazze faciasına çözüm olabilecek hiçbir ciddi adım atılmamıştır. Birçok gerçek sonuç bildirgesine yansımamıştır. Dahası İslam dünyasında kurumsal ve ferdî planda görevini yapmayanları ikaz edecek, onlara çağrı yapacak gerçekçi adımlar da atılmamıştır. Uluslararası konjonktürü rahatsız etmeyecek bir söylem kullanılmış, dolayısıyla konferansta istenen ve beklenen sonuçlar hâsıl olmamıştır.
Şüphesiz ki bu âlimler içinde gerçekten imanının, vicdanının ve ilminin sesini duyurmak isteyen gerçek ilim erbabı da olabilir. Fakat neticeye baktığımız zaman bunların da suskun olduğu ve farklı, soylu bir ses çıkarmadıkları anlaşılmaktadır.
Cihadın farzıyetinin en yüksek perdeden seslendirilmesi gereken bir toplantıda, bu farzıyeti fıkhi hükmüyle, yani bağlayıcı bir dille ortaya koymak yerine, “gereklilik” gibi son derece göreceli bir kavramla ifade etmenin “gerçeklerin gizlenmesi” manasına geleceğine dikkat çekeriz. Bu doğrultuda da söz konusu toplantıda bulunanlar başta olmak üzere, kendilerine “İslam âlimleri” diye hitap edilen kimseleri, mealini vereceğimiz şu ayet-i kerimenin tehdidine kulak vermeye davet ederiz:
“İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti Kitap’ta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet etme konumunda olanlar lânet eder.” (Bakara: 159)
Toplantının son gününde Ayasofya’nın ziyaret edilerek Cuma namazının orada kılınmasını ve sonuç bildirgesinin de orada okunmasını bir sonraki yazımızda değerlendireceğiz.